T Harfi İle Başlayan Osmanlıca Kelimeler

A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P R S Ş T U Ü V Y Z

Osmanlıca Sözlükte Ara

  • TA

    f. Kat. Kıvrım. Büklüm. Misil, mânend. Nihayet. Gayet. Kadar, beri, dek. (mânalarına gelir) Meselâ :
  • TA

    Kur'anın alfabesinde üçüncü harfin adıdır. Ebcedî değeri 400'dür.
  • TA' (TAE)

    Alçak, iniş yer. * Başı aşağı etmek.
  • TÂ BE KIYAMET

    Kıyamete kadar.
  • TÂ BEKEY

    Ne vakte kadar.
  • TÂ HAŞRE DEK

    Haşre kadar.
  • TA KEY

    f. Ne vakte kadar?
  • TAA

    Muti olmak. İtaat etmek.
  • TAAB

    Yorgunluk. Sıkıntı. Zahmet. Bezginlik. Eziyet.
  • TAAB-ÂVER

    f. Yorgunluk veren.
  • TAABBÜD

    İbadet etmek. Kulluk etmek.(Ey insan! Kur'ânın desâtirindendir ki, Cenab-ı Hakk'ın mâsivâsından hiçbir şeyi ona taabbüd edecek bir derecede kendinden büyük zannetme. Hem sen kendini hiç bir şeyden tekebbür edecek derecede büyük tutma. Çünkü mahlukat, ma'budiyetten uzaklık noktasında müsâvi oldukları gibi, mahlukiyet nisbetinde de birdirler. L.)
  • TAABBÜDÎ

    İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.(Mesâil-i şeriattan bir kısmına "Taabbüdî" denilir; aklın muhakemesine bağlı değildir; emrolduğu için yapılır. İlleti, emirdir.Bir kısmına "Mâkul-ül mâna" tâbir edilir. Yâni: Bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine müreccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü: Hakiki illet, emir ve nehy-i İlâhidir.Şeairin taabbüdî kısmı; hikmet ve maslahat onu tağyir edemez, taabbüdîlik ciheti tereccuh ediyor, ona ilişilmez. Yüzbin maslahat gelse, onu tağyir edemez. Öyle de: "Şeairin faidesi, yalnız mâlum mesâlihtir." denilmez ve öyle bilmek hatâdır. Belki o maslahatlar ise, çok hikmetlerinden bir faidesi olabilir. Meselâ biri dese: "Ezanın hikmeti, müslümanları namaza çağırmaktır; şu halde bir tüfenk atmak kâfidir. "Halbuki o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye içinde o bir maslahattır. Tüfenk sesi, o maslahatı verse; acaba nev'-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına hilkat-ı kâinatın netice-i uzması ve nevi beşerin netice-i hilkatı olan ilân-ı Tevhid ve Rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?Elhasıl: Cehennem lüzumsuz değil; çok işler var ki, bütün kuvvetiyle "Yaşasın Cehennem!" der. Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiat ister. M.)
  • TAABBÜS

    Sayıklama. * Havadaki bir şeyi tutmağa çalışır gibi ellerini sallıyarak hareket ettirme.
  • TAABBÜS

    (C.: Taabbüsât) Yüz ekşitme, somurtma, surat asma.
  • TAAB-I DİMAĞÎ

    Zihnî yorgunluk. Dimağın yorgunluğu.
  • TAACCÜB

    şaşma, hayret etme. Tahayyür."Resul-ü Ekrem'den (A.S.M.) rivayet olunuyor ki: "Taaccüb bütün taaccüb ona ki: Cenab-ı Hakk'ın halkını görüp dururken Allah'da şek eder. Şuna taaccüb olunur ki: Neş'et-i ulâyı tanır da neş'et-i uhrâyı inkâr eder. Şuna da taaccüb olunur ki: Her gün her gece ölüp dirilip dururken ba's-ü nüşuru inkâr eder. şuna da taaccüb olunur ki: Cennet'e ve naim-i Cennet'e iman eder de yine dâr-ül gurur için çalışır. Şuna da taaccüb olunur ki: Evvelinin bulaşık bir nutfe, âhirinin mülevves bir ciyfe olduğunu bilir de yine tekebbür ve tefâhur eder." (E.T.)
  • TAACCÜC

    Şamata, gürültü, patırtı.
  • TAACCÜL

    Acelecilik. Acele etmek.
  • TAACCÜLAT

    (Taaccül. C.) Acele etmeler. Acelecilikler.
  • TAACCÜN

    (Acn. dan) Hamurlaşma, hamur hâline gelme, mâcun gibi olma.
  • TAACİB

    Acayib şeyler. Tuhaf şeyler.
  • TAAC'UC

    Çeşitli seslerin birbirine karışması.
  • TAADDİ

    Saldırma. * Düşmanlık. * Ezme. * Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve mukavelenin hilâfına hareket etme. * Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi olması.
  • TAADDÜD

    Çoğalma. Birden fazla olma. Tekessür etme.
  • TAADDÜD-Ü EZVAC

    (Bak: Taaddüd-ü zevcat)
  • TAADDÜD-Ü ZEVCAT

    Bir kaç kadınla evlilik hali. (Bak: Aile)(Medeniyet, taaddüd-ü ezvacı kabul etmiyor. Kur'anın o hükmünü, kendine muhalif-i hikmet ve maslahat-ı beşeriyeye münâfi telâkki eder. Evet, eğer izdivacdaki hikmet, yalnız kaza-yı şehvet olsa, taaddüt bilâkis olmalı. Halbuki, hatta bütün hayvânatın şehâdetiyle ve izdivac eden nebâtatın tasdikıyle sabittir ki; izdivacın hikmeti ve gayesi, tenasüldür. Kaza-yı şehvet lezzeti ise, o vazifeyi gördürmek için rahmet tarafından verilen bir ücret-i cüz'iyyedir. Madem, hikmeten, hakikaten, izdivaç, nesil içindir, nev'in bekası içindir. Elbette, bir senede yalnız bir defa tevellüde kabil ve ayın yarısında kabil-i telâkkuh olan ve elli senede ye'se düşen bir kadın, ekseri vakitte tâ yüz seneye kadar kabil-i telkih bir erkeğe kâfi gelmediğinden, medeniyet pekçok fâhişehâneleri kabul etmeye mecburdur. S.) (İslâmiyet'in ahkâmı iki kısımdır:Birisi: Şeriat ona müessistir, bu ise hüsn-ü hakiki ve hayr-ı mahzdır.İkincisi: Şeriat muaddildir. Yâni; gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp, ehven-i şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikiye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünki, birden tabiat-ı beşerde umumen hüküm-ferma olan bir emri birden ref'etme, bir tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh, Şeriat, vâzı-ı esâret değildir. Belki en vahşi suretten, böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek surete indirmiştir, tâdil etmiştir. Hem de dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvâfık olmakla beraber, şeriat bir taneden dörde çıkarmamış, belki sekiz dokuzdan dörde indirmiştir. Bahusus taaddüdde öyle şerâit koymuştur ki; ona mürâat etmekle hiç bir mazarrata müeddi olmaz. Bazı noktada şer olsa da ehven-i şerdir. Ehven-i şer ise bir adâlet-i izâfiyedir... Münâzarat)
  • TAADİ

    Düşmanlık etmek.
  • TAADÜL

    Beraberlik, eşitlik.
  • TAAFFÜF

    İffetli olma. İffetli görünme. * Tekellüfle salihlik yapma. Ahlâk dışı şeylerden kaçınma. * İstemekten uzak durma.
  • TAAFFÜN

    (Ufunet. den) Çürüyüp kokuşma. Leş kokusu. Fena ve pis kokular.
  • TAAFFÜNAT

    (Taaffün. C.) Fena ve pis kokular.
  • TAAFFÜN-İ NEFES

    Nefesin kokması.
  • TAAHHÜD

    (Ahd. den) Bir işin veya bir şeyin yapılması için söz verme, üzerine almak. İltizam etme. Resmi söz verme. Yüklenme. * Postaya verilen bir şeyin, yerine varmasını sağlama.
  • TAAHHÜDÂT

    (Taahhüd. C.) Üzerine alınan işler. Taahhüdler.
  • TAAHHÜDNÂME

    f. Söz verdiğine ve taahhüd ettiğine dair yazılan vesika.
  • TAAKKUD

    (Ukde. den) Bağlanma. Düğümlenme. Anlaşılmaz hâle gelme.
  • TAAKKUL

    Hatırlama. Zihin yararak anlama. Akıl erdirme. Hatıra getirme. (Bak: Dimağ)
  • TAALA

    (Bak: Teâlâ)
  • TAALLUK

    Bağlılık. Münasebet. Alâkalı oluş. Ait olma. * Dünya alâkası. * Sevme.
  • TAALLUKAT

    Bir kimsenin yakınları, akrabaları. Alâkalılar.
  • TAALLÜL

    (İllet. den) Vesile ve bahane arama. Bir işten kaçınma. * Mâzeret.
  • TAALLÜLÂT

    (Taallül. C.) Ağır davranma.
  • TAALLÜM

    (İlim. den) İlim edinme. Öğrenme. Ders okuyarak öğrenme.
  • TAALLÜN

    Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.
  • TAAM

    Yemek. Yenilen şey.
  • TAAMİYE

    Yemeklik. Yemek parası.
  • TAAMMİ

    Kör olma. Görmez hale gelme.
  • TAAMMUK

    (Umk. dan) Derinleşme. Mes'elenin iç yüzüne vakıf olma.
  • TAAMMUKAT

    (Taammuk. C.) Derinleşmeler.
  • TAAMMÜD

    (Amd. den) Bilerek ve isteyerek suç işlemek. Kasıt ve niyet etme, bilerek ve isteyerek bir iş yapma.
1 2 3 4 5 6
...
103
Sonraki»